top of page
Yazarın fotoğrafıGizem Şahan

Paylaşıyorum, Öyleyse VARIM!



Bazen hayatta gerçekten de istediğiniz şeyler oluyor. Bunu son zamanlarda oldukça fazla deneyimleme şansım oldu. Mesela şu an bu yazıları size yeni ofisimden yazıyorum:) Hem de hayallerimdeki bir ofis konsepti ile birlikte…

Berlin’de rastladığım ve çok özendiğim atölyelere benzetmiştim ilk gördüğümde. İçinde çalışmak istediğiniz hani, yaratıcılarıyla tanışmak istediğiniz ama bir türlü cesaret edemediğiniz. Buram buram taze kahve, sanat, yaratıcılık ve ilham kokan! Kolektif House ile aynen bu şekilde kesişti yollarımız. Çok sevdim, çok özendim ve birlikte yaratmanın gücüne inanan yaratıcı insanlarla birlikte olmak istedim. Mottolarımız bile çok benziyor “Create, Love, Inspire”… Henüz bugün ilk günüm olmasına rağmen şimdiden çok daha iyi hissediyorum daha enerjik, daha motive ve daha özgür. Eğer etrafınızda size ilham veren insanlar varsa inanın çok çok daha başarılı ve mutlu oluyorsunuz, paylaşarak birlikte çok güzel şeyler yaratmak istiyorsunuz!

"You are what you share" – Seth Godin

Bu da beni bugünkü konumuza getirdi aslında: İnsan neden paylaşır? Kendimizi, düşüncelerimizi, hayallerimizi, isteklerimizi, en gizli arzularımızı, başarısızlıklarımızı, başarılarımızı, mutluluklarımızı, mutsuzluklarımızı…. Yeterince paylaşıyor muyuz? “Yeterince” yeterli değil! Paylaşmak bu dünyanın en güzel şeylerinden biri, bizi “insan” yapan en değerli özelliklerimizden biri.

Bu yüzden size sormak istediğim bir soru var: En son ne zaman paylaştınız?

Dürüstçe soruyorum, gerçekten en son ne zaman biriyle gerçekten bir şeyler-i-n-izi paylaştınız? Tek kişilik “bağımsız” hayatlar yaşadığımızı düşünüyor musunuz? Tek başına uyuyan, tek başına yemek yiyen, tek tüketimlik arkadaşlıklarla zaman geçiren… Kendi söyleyen ve kendi onaylayan..

Paylaştığınızda yargılandığınızı hissediyor musunuz? Peki gerçek potansiyelimizi anlayabilir miyiz paylaşmadan, keşfedebilir miyiz kendimizi? Bunu çok iyi anlatan ve bana ilham veren bir videoyu da paylaşmak istiyorum sizinle:


Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma kitabında yer alan aşağıdaki paragrafı okuduğumda üniversitedeydim ve inanın sıkı bir sosyobiyolojist olarak ben sarsıldım… Anlam vermeye çalıştığım bu hayata ait fikirlerimi toplamaya çalışırken yazarın kitaptaki örneklerinde türlerin evriminde mücadelenin rolünü reddetmemesi, fakat türlerin evrimi için karşılıklı yardımlaşmanın, rekabetten çok daha önemli ve geçerli olduğunu vurgulaması benim çok ama çok hoşuma gitmişti…

“Aynı yuvaya ya da aynı yuvalar kolonisine ait iki karınca birbirlerine yaklaşır, antenleriyle birkaç saniye birbirlerine selam verirler ve “eğer bir tanesi aç ya da susuz ise ve özellikle diğerinin kursağı doluysa hemen yiyecek ister.” Kendisinden böyle bir ricada bulunulan birey bunu asla reddetmez; alt çenesini ayırır, uygun bir konum alır ve aç karıncanın yemesi için bir damla şeffaf sıvıyı midesinden ağzına getirir… Eğer kursağı dolu olan bir karınca bir yoldaşını beslemeyi reddedecek kadar bencillik ederse ona bir düşman ya da daha kötü bir şey gibi davranılır… Ve eğer bir karınca düşman bir türe ait bir karıncayı beslemeyi reddetmemişse o karıncanın akrabaları tarafından bir dost olarak görülür.”

Bugün nedense bu kitap aklıma geldi tekrar...Gülümsedim... Ne kadar güzel bir his! Yaşadığım güzel deneyimler, tanıştığım güzel insanlar ve desteklerini hissettiğimde tekrar hayran oldum bu karşılıklı yardımlaşmamıza…

Kolay değil, özellikle İstanbul gibi metropolde yaşayan bizler için...Günümüz dünyasında, özellikle bu metropollere sıkıştırılmış tek kişilik hayatlar yaşayan bireyler ne hissediyor? Kropotkin’in tarif ettiği kardeşliği ve desteği yaşamaktan uzaklaştırmıyor mu bizi? Fakat bu bizim yaşamsal ihtiyacımız değil mi? Bunu ne zaman idrak edeceğiz?

Sürekli mücadele mi ediyoruz? Peki ne için mücadele ediyoruz hiç soruyor musunuz kendinize? Niye mücadele ve rekabet ediyoruz? Ne elde etmek istiyoruz? Üzgünüm ama gladyatör gösterileri artık yok! Peki neden bu mücadele? Kime karşı? Kiminle?

Güneybatı Afrika kabilelerinden biri olan Hotantolara ilişkin verilen örneklerden biri var ki kitapta, (tamam biz kabile hayatı sürmüyoruz, tamamen farklı dinamikler içindeyiz ama sadece hayal edin lütfen)

“…Eğer bir Hotanto’ya bir şey verilirse onu hemen orada bulunan herkesle bölüşür… Tek başına yiyemez ve ne kadar aç olursa olsun yiyeceğini paylaşmak için oradan geçenleri çağırır.”

Eğer insanlar kendi aralarında sürekli bir savaş halindeyse neden metropolde yaşıyoruz? Neden tek başımıza inzivaya çekilmiyoruz? Bundaki yararımız ne hiç düşünüyor muyuz? Eğer içindeki iyi, erdemli, yüce, zeki, yaratıcı ve aynı zamanda bağımsız karakterini kullanmazsan, çok üzgünüm ama oksitlenen demir gibi bir zaman sonra körelecek…Zekan, yeteneğin, iyi niyetin, amacın, hayallerin körelecek…Bunu istemezsin değil mi?

“Düşünceye dayanan ve entelektüel yaşamla dolup taşan insan, doğal olarak yayılmaya çalışır. Düşüncelerini başkalarıyla iletişime sokmadan düşünmenin hiçbir çekiciliği olmaz. Bir düşünceyi güçlükle arayıp bulduktan sonra kendi mührünü basmak için, onu özenle saklayan insan, yalnızca bir düşünce fakiridir. Zeka dolu insan, düşünceyle taşar: onları avuç dolusu saçar. Onları paylaşmazsa, yedi iklim dört bucağa serpemezse acı çeker. onun yaşamı buradadır”. - P. Kropotkin

Ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, kurumsal hayatı bırakmadan önce ve sonrasında hep bu karşılıklı yardımlaşmalar beni amacıma ve hayallerime yaklaştırdı, hep o güzel insanların yardımıyla… Bir çoğuyla yüz yüze tanışmadım bile, ama varlıklarını ve desteklerini hissedebiliyorum…

Hadi hemen sen de PAYLAŞ, bugün farklı bir şey yap ki yarın farklı olsun!

PS: Paylaştıkça çoğalmanın en güzel etkisini yaptığım ücretsiz tanışma seanslarında deneyimliyorum. İnanın bir kişinin değişimi bile çok önemli:) Siz de bu değişime kendinizden başlayabilirsiniz. Sandığınızdan daha keyifli emin olabilirsiniz:) Yeni ofisime her zaman beklerim!

Paylaştığınız için, yarattığınız için, desteğiniz için çok teşekkürler:)

Sevgilerimle,

Gizem


6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page