Neden zeki insanlar aptalca şeyler yapar hiç düşündünüz mü?
Aptalca demeyelim hadi, saçma diyelim:) Mutlaka vardır zekasına güvendiğiniz arkadaşınız, tanıdıklarınız, yöneticileriniz, çalışma arkadaşlarınız, hoşlandığınız kişi…
Sizi şaşırtırcasına o kadar konuşmanıza, zekalarına rağmen gidip bile bile hata yaparlar. Kendini kandırırlar ve siz öylece kalırsınız.
Neden sizce?
Geçtiğimiz ay yurtdışındaydım İsviçre’ye bir workshop vermek için davet edilmiştim. Almanya’da da bir çok insana kariyer koçluğu yaparak yardımcı olmaya çalıştım.
Gurur duyduğum ve kendi kendime sonrasında duygulandığım nadir anlardandı. Çünkü hep yabancı kişileri ülkemde izleyip hayran olurken, eğitimlere katılırken, bu kez ben yabancı bir ülkeye eğitmen olarak davet edilmiştim.
Odadaki hem kadın, hem girişimci, hem eğitmen, hem de Türk kombinasyonu olmak pek alışık olunan bir şey değildi fakat 16 kişiydik ve yüzler meraklı bir şekilde bana bakıyordu. Güzel zaman geçirdik, öğrendik, güldük, kararlar verdik, şaşırdık… Ve eğitim bittiğindeki gülen yüzler ve yeni arkadaşlıklar bakışlar oldukça mutluluk vericiydi.
Şimdi bunu size neden anlatıyorum?
Konumuzla ne alakası var derseniz de, orada tanıştığım insanlarla buradaki insanların çabaladığı şeyler, dertler, korkular, kaygılar ve kendilerine söylediği bahaneler arasında o kadar benzerlik vardı ki…Oldukça enteresan geldi.
Tabii ki bizim kadar güvenlik sorunlarını hissetmiyorlar gibi gelebilir, her yanımızda bombalar patlıyor, haklısınız ama onun dışındaki insani kaygılarımız inanın bana birbirine çok benziyor.
Oradayken yaşadığım en büyük rahatlamalardan biri neydi biliyor musunuz?
Tuhaf ama, trafik ışıklarında beklerken yayalar için yeşil yandığında tekrar sağa sola bakma gereği duymamam. İstanbul’da yaşıyorsanız, yeşil ışık yandı güvendesin diyor ama ben yine de sağa sola bakıp araçların durduğuna emin olmak istiyorum. Bu bile zihinde bir çelişki yaratıyor.
Şaşırtıcı mı? Biraz.
Aslında hepimiz inanmak istiyoruz. İkna edilmek istiyoruz. İnanmak doğal bir şey çünkü. İnanmamak, şüphecilik, bilim ise doğal değil. Çok daha zor.
Bir şeylere inanmıyor olmak inanın bana, çok rahatsız edici. Sherlock Holmes gibi sürekli şüphe duyarak yaşanmaz hayat.
Fakat gerçek şu ki hepimiz bu hayatta pattern arayan primatlarız. Yani anlamlı ve anlamsız verilerin arasından anlamlı bir model bulma eğilimi. Noktaları birleştirmek isteriz. Bulduğumuz patternlerle de bağlantılar oluştururuz. Anlamak için, korunmak için, güvenmek için, hayatta kalmak için.
Bizler hayatımızda, işimizde, ilişkilerimizde, yeni biriyle tanışırken ona güvenip güvenmeme konusunda, iş görüşmelerinde adaylar hakkında ya da görüşmeci hakkında patternler ararız.
Ve kendimize ne kadar çok güvensek de aşağıdaki hatalara düşme olasılığımız artar.
1.Tip hata (Yalancı pozitif) : Gerçek olmayan bir modele inanmak
2.Tip hata (Yalancı negatif) : Gerçek bir pattern olmasına rağmen buna inanmamak.
Şöyle anlatayım;
Diyelim ki, bundan 3,5 milyon yıl önce Afrika ovalarında yürüyen bir ilkel insansınız.
Çalıların arasında bir ses, bir hışırtı duyuyorsunuz…
Sesi tehlikeli bir yırtıcı hayvan mı çıkarıyor, yoksa sadece rüzgar mı?
Bir saniye sonra vereceğiniz karar hayatınızda aldığınız en önemli karar olabilir.
Eğer çalılar sizin sandığınız gibi yırtıcı hayvan değil de sadece rüzgar nedeniyle hışırdıyorsa, algılama konusunda bir hata yaptınız, yani 1. Tip Hata, yalancı pozitif.
Ama bir zararı yok. Sadece orada uzaklaşmanıza neden oldu. Daha bir dikkatlisiniz, daha tetiktesiniz.
Fakat, eğer otların hışırdamasının nedeninin rüzgar olduğunu düşünürseniz, ama aslında orada yırtıcı bir hayvan varsa, akşam yemeği oldunuz. Tebrikler, gen havuzundan silindiniz. Darwin ödülüne hak kazandınız.
Bu gibi evrimsel psikolojiye bakarsak, hayatta kalmak için varsayılan ayarımız "tüm paternlerin gerçek olduğuna inanmak.” olabilir.
Yani, "Çalıların arasında gelen tüm hışırtılar yırtıcı hayvanlara aittir, rüzgar değil."
Zihnimizdeki inanç mekanizmasının eğilimleri doğal seleksiyona neden oldu. Her zaman anlamlı modeller bulmak ve bu modeli bizi avlamak isteyen, canımıza kasteden dış etmenlerle bağdaştırmak konusunda çalışıyor.
Peki bu patternleri neyle mi ilgili? Beynimizdeki dopamin seviyesiyle de alakalı. Ve dopamini artırılmış deneyler, dopamini normal seviyede olan deneklere göre çok daha fazla sayıda patern görüyorlar.
Mesela aşağıdaki fotoğrafta ne görüyorsunuz?
Kurbağa mı?
Yoksa at mı?
İkisini de gördünüz mü şimdi? Tebrikler:)
Peki aşağıda solda?
Satürnü görebildiniz mi?
Peki ya sağda?
Bir şey göremediyseniz üzülmeyin zaten anlamlı bir şey yok. Ama pattern görmek için zihninizi zorlamış, hatta görmüş bile olabilirsiniz.
Paranoya, sanrılar ve halüsinasyonlar bunların tamamı patern bulma bozuklukları. Bunlar yanlış paternler. Birinci grup hatalar. Hatalı pozitifler. Ve bu insanlara ilaç verdiğinizde (dopamin antagonisti), paternler kayboluyor. Yani dopamin miktarını ne kadar azaltırsanız onların patern görme ihtimallerini de o kadar azaltmış oluyorsunuz.
Beyninizde salgılanan dopamin miktarı çok yüksek olursa belki her yerde paternler görmeye başlayabilirsiniz. Size insanlar her baktığında sizi izlediklerini zannedersiniz. İnsanların sizin hakkınızda konuştuğunu sanırsınız.
Belki de iki Nobel ödüllü bilim adamı arasındaki fark budur, Richard Feynman ve John Nash. Biri Nobel Ödülü kazanmasına yetecek kadar sayıda patern görüyor. Diğer ise belki de çok fazla sayıda paterne sahip. (şizofreniye varacak kadar)
“You never know how strong you are until it is the only choice you have.”
Çok da şüpheci olmak pek iyi bir şey değil inanın bana, istemezsiniz. Eğer çok şüpheci olursanız bazı ilginç ve iyi fikirleri kaçırabilirsiniz. Hayatı kaçırabilirsiniz.
Tam dengede olması gerekir, yaratıcı olacak kadar, ama palavralara da kanmayacak kadar. (BS detector olmak gerek bazen:)
Şimdi enteresan yazılarla karşılaşıyorum çeşitli bloglarda ve özellikle de LinkedIN’de. Kendileri lider olamayan insanların liderlikle ilgili tabiri caizse ahkam kesmeleri, hiç beyazyakalı olmadan beyazyakalılara laf sokuşturma yarışı…Kurumsal hayatta hiç çalışmamış kişilerin kurumsal hayatı kötüleyen sözleri. Bir de İK yı kötülemek en popülerleri arasında. Ya da girişimci olmadan, zorluklarını bilmeden girişimciliği öven/özenen/eleştiren yazılar.
Şimdi herkes sanki kendi doğrusunu dikte ediyor gibi. Bunu anlayamıyorum. Oysa ki herkes herşeyi yapamayabilir ama bazı insanlar bazı şeyleri yapmayı tercih ediyor da olabilir. Onları kötüleyerek kendimizi iyi hissettirme, ben doğruyu yaptım onlar yanlış diyenler.
“Bilgi, domatesin meyve olduğunu bilmektir, bilgelik ise onu bir meyve salatasına koymamak.” - Miles Kingston
3000 kişiyle görüşmüşümdür en azından ve şunu söyleyebilirim ki herkes herşeyi yapamaz. Ama bazı şeyleri de çok iyi yapar. Deneyebilir, başarısız olabilir ve sonrasında çok daha derin izler bırakabilir hayatında. Etrafınıza bir bakın….Sürekli mutlu olun, network yapın, şöyle yapın böyle yapın…
Zeki olmak güçlü olmaya pek benzemez, fiziki güç çoğu yerde güçlü olmaya devam eder ama bir alanda zekasıyla parlayan bir kişi başka bir alanda saçmalayabilir.
Kendimden biliyorum.:)
Sinirlenmeye ya da üzülmeye hakkımız yok gibi kendimizi avutuyoruz. Ve bu durum devam ediyor, ediyor, ediyor. Yeter artık değişeceğim diyene kadar.
Hiç düşündünüz mü bilmiyorum davranışlarımız mı düşüncelerimizi belirler, yoksa düşüncelerimiz mi davranışlarımızı? İnsanlar sadece düşündükleri gibi davranmazlar, davranışları bir süre sonra düşüncelerini de belirler. Bu yüzden etrafımızdaki toksik insanlardan ve düşüncelerden kendimizi koruyacak alt yapıyı oluşturmamız gerekiyor.
Fiziken bunu yapamıyorsak da mental olarak yapmak çok daha sağlıklı ve istenilen bir hayatın kapılarını bize açabilir.
Hepimize değerlerimize uygun bir hayat diliyorum.
Sevgilerimle,
Gizem
İşte bu da bizim gibi düşenenlere gelsin:) Ne zaman isterseniz bana yazabilirsiniz işte mailim hemen bu linkte.
Bu da bonus:)