top of page
Yazarın fotoğrafıGizem Şahan

Sosyal İzolasyon: Neden Bu Kadar Yalnızlaştık?



Merhabalar!

Bir süredir ayrıyız, sizinle daha çok şey paylaşamadığım için özür dilerim.

Bu süreçte o kadar samimi mailler ve mesajlar yazdınız ki, sizleri daha da fazla bekletmeden paylaşmak istedim. “Gizem neden artık yazmıyorsun?” dediniz, oysa ki ben yazmayı hiç bırakmadım, sadece paylaşmayı biraz öteledim sanıyorum.

Arjantin ve Şili’nin en güneyinde konuşulan Fuegian yerli dilinde bir kelime var.

MAMIHLAPINATAPAI: İkinizin de istediği, ancak söylemeye çekindiği bir şeyi yapmayı birbirinizden umarak, karşılıklı bakışmak.

Biraz kendimi dinlediğim ve izlediğim bir dönem oldu. Kitap(larımı) yazma sürecim, yeni projeler, eğitimler, üniversitelerde konuşmalar ve workshoplar derken sizlere yazmayı biraz ertelediğim, hatta içinde bulunduğum bir durumu paylaşmak istiyorum bugün. Biraz uzun oldu haliyle, şimdiden sonuna kadar okuma sabrı gösterdiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim:)

Bu yazım aslında benim kendi iç sürecimle de çok paralel. Bir çoğumuzun yaşadığı, ama “sadece ben böyleyim herhalde” diyerek kendimize sakladığımız, sonrasında daha da yalnızlaştırıp paylaşmaktan çekindiğimiz bir konu: Sosyal İzolasyon. Yalnızlık ve bunun bizim iş ve özel yaşamımıza etkileri…

Ben bu araştırmamın bir kısmını Adrasan’dan, bir kısmını İzmir’den, bir kısmını da İstanbul’dan yazdım. Güneyde gemi yapım seslerinden, deniz rüzgar ve kuş seslerinden başka da bir şey yok. Kendi iç sesimden başka. Ara ara tek başına seyahat etmeyi çok sağlıklı ve gerekli buluyorum ben. Kendime gelmek için sığındığım bir koy doğa ve yalnızlık.

Bir kere olsun aklınızı ve dostlarınızın aklını evde bırakarak yalnız iki gözünüzle sokağa çıkınız. Öyle şeyler görmeye başlıyacaksınız ki, şaşıracaksınız.

Yaratıcı insanların kendiyle kalması ve yalnızlaşması hep oldukça doğal dediler bize. Öyle bildik, öğrendik. Hepsinin ayrı ritüelleri vardı ve insanların arasında, kalabalıkta değil da daha izole olarak yaşadıkları söylendi bize. Kendi kimliklerini ve zihinlerini koruyabilmek için.

Kendi hedeflerinle, amaçlarınla, gelecekte neler yapmak istediğinle ve hislerinle başbaşa kalmak ve sorgulamak oldukça sağlıklı. Ama insan bütün bunları deneyimlemeyi abartınca, yalnızlık, ayrışmışlık, sosyal anksiyete, yardım isteyememe, içe kapanma ve depresyona kucak açabilir.


Kendimizi Platonun mağaralarına kapatmış insanlar gibi hissediyor muyuz? Kendi gölgelerine mahkum? Instagram, facebook ve sosyal medyada paylaştığımız resimler bizim olmak istediğimiz ya da paylaşmaya değer bulduğumuz “kendimizin” yüzde kaçı? O zaman aslında bir idea halini paylaşarak sürekli öz benliğimizi saklar hale gelmedik mi?

Biz gerçekten kimiz?

Çoğu insan ölümsüzmüş gibi paylaşımlar yapıyor ve buna şaşırıyorum. (hala.) Hayat hep kuşlar çiçekler böcekler gibi. Sanki hiç hata yapmamış, canı sıkılmamış, başarısız hissetmemiş gibi.

Bir kişi sürekli mutlu, sürekli korkusuz, sürekli güçlü olamaz. Bana çok doğal gelmiyor. İtiraf ediyorum bazen ben de yapıyorum işimden dolayı, insanları motive etmek istediğim için, dolayısıyla kendim de motive olduğum için. Modum düşükken daha renkli giyiniyorum mesela daha iyi hissetmek için. Biz insanız, kırlganlığımız ve hatalarımızla varız.

Peki sen kendi olduğun halini seviyor musun? Yoksa o taktığımız maskeleri, gittiğimiz her yere, konuştuğumuz her insana göre değiştirmekten eskittik mi? Ve canımız hiç bir maskeyi takmak istemiyor mu artık? Kendi kendine mi kalmayı tercih ediyorsun? Korunmak mı istiyorsun?


Teknoloji çağının etkisi de iyice pekiştirdi bu durumu. Ayrıksılaşıp yalnızlaştık. Canımızı sıkmıyor, hemen akıllı aletlerimizde avutuyorduk kendimizi. Oysa ki bir şeyleri değiştirebilmek için can sıkıntısı gerekli. Fark edebilmek için, sorgulamak için, değiştirmemiz için bir derdimiz olmalı. Herşey iyi gidiyorsa neden değiştirelim ki? Öyle değil mi?

Bir parça rahatsız olmaya, problemi farkedip birlikte analiz ederek çözüme ulaşmaya ne dersiniz?

Haydi o zaman başlayalım:)

Bazen birileri hayatımıza girmek istiyor, kapıyı aralıyoruz, bakıyoruz ama sonra korkup, kapıyı kapatıp kendimizi tekrar yine içeriye saklıyoruz.

Hani bir an var, çoğumuzun başına gelmiştir. Eve ısmarladığınız yemeği getiren kişiye kredi kartınızı verdikten sonraki o sessizce bekleme anı….O garip boşluk.. O tedirginlikte yaşıyoruz sanki hayatı.

Sosyal izolasyon çoğumuzun “bilinçli” aldığı bir kararken artık biraz daha ipin ucu kaçıyor sanki. Bu durum işlerimizi ve kariyerimizi de etkiliyor. Grup projelerine ya da iş etkinliklerine katılmak istemiyoruz.

Artık kendimizi de saklayamıyoruz çünkü, göz önündeyken hata yapmak ve güçsüz görünmek istemiyoruz, insanlarla aramızdaki duvar hiç olmadığı kadar yüksek ve kalın.


Fakat bunları paylaşmak için insana ihtiyaç duymaya başladık. Evrimsel olarak eski atalarımız sürekli korunmak için gruplar halinde yaşıyordu. Kendimizi tanımak için diğer insanlara ihtiyacımız vardı. İster Himalayalara gidin, isterseniz dünyanın bir ucuna (inanın bana bunu ben de denedim) bir süre sonra şunu farkettim: İnsan kendi başına kalınca hayatını sorguluyor, başka insanlarla kendini tanıyor ve kararlar veriyor.

Yalnız olmak istemezken yalnız kalmayı seçiyoruz. O zaman Sosyal İzolasyon 101’a hoşgeldiniz:)

Sebebini tam olarak bilmeseniz de, açıklayamasanız da, diğer insanlardan farklı olduğunuzu düşünüyor musun? Kendini tüm dünyadan ve diğer insanlardan ayrı hissediyor musun? İnsanlarla birlikte olduğunda bile kendini yalnız hissediyor musun?

Peki aidiyat hissi? Bir gruba, ülkeye, şehire, takıma ait hissediyor musun? İki kişiyi aşan topluluklarda kendini rahatsız hissediyor, kendini bir grubun parçası, bir gruba ait olarak algılayamadığın için, kendini izole etme ihtiyacı mı duyuyorsunuz?


Peki ya işin? Uyum sağlayamadığın için terfi edemiyor, girmek istediğin projelere dahil edilmiyor musun? Öğle yemeklerindeki muhabbet seni hiç açmasa da gitmek için zorluyor musun kendini? Uyum sağlamak için diğer insanlar gibi mi davranmaya zorlanıyorsun?

Peki özel hayatında, eğer seni gerçekten tanısalar, gerçek kimliğini, zayıflıklarını ve hislerini, seni yargılayıp reddedeceklerine mi inanıyorsun? İnsanlar eğer sıra dışı yanlarını görseler, seni sevmez ya da takdir etmezler mi?

Gerçekten böyle düşünüyor musun? Onlara gerçek seni tanımalarına izin veriyor musun? Bu yönlerini kabul etmekte, kendini olduğun gibi göstermekte zorluk yaşıyor musun?

Bazen davet edildiğin etkinliklerde herkes dans edip eğlenirken, kendini eve dönmenin hayalini kurmaya başlarken buluyor musun? Ya da daha da kötüsü nasılsa eğlenemeyeceğini düşünüp hiç mi gitmiyorsun?


Sosyal olarak gruplara katılmayı ya da toplumun parçası olmaktan kaçınıyor musun? Grup içinde gevşeyip, kendin olabiliyor musun?

Toplantılarda, konferanslarda, eğitimlerde, aptal gibi görüneceğinden ya da saçmalamaktan korktuğun için zekanı göstermekten çekiniyor musun? Yanlış bir şey sormaktan ya da söylemekten korkuyor musun?

Evet oldukça fazla soru sordum farkındayım. Bazen doğru soruları sormak cevabı aramaktan çok daha önemli çünkü. Bu duygulardan kaçınmak sadece süreci uzatıyor, ne kadar erken farkına varırsak o kadar iyi.

Ekonomi bu durumdayken kar eden sektörlerden biri neymiş biliyor musunuz? Kamp malzemesi ve outdoor malzemeleri satan yerler. Yalnız olmak istiyoruz, bu çılgın kalabalıktan uzakta.

Ama bir yandan da Beşiktaş’a indiğinizde boş yer bulmak zor. Neden? Ya yalnız izole olmayı ya da kafa dağıtmayı seçiyoruz. Fakat asıl sorun şurada başlıyor sanırım, bunu bir seçim olarak benimserken daha sonra seçimlerimizi aşıp rahatsızlığa dönüştüğünde. Çünkü sosyal izolasyonun, uyku düzensizliği, bağışıklık sistemi rahatsızlıkları, stress, mide rahatsızlıkları, ve hatta kalp rahatsızlıklarına neden olduğu araştırılmış.


Yalnız yaşayan insan sayısında yükselen bir artış var. Fakat yalnız olduğumuzu itiraf etmekten çekiniyoruz. Sosyal olarak başarısız görünmek istemiyoruz, sevgi, bağ kurma, arkadaşlık, sevme, sevilme, biriyle hayatı paylaşma konusunda başarısız olduğumuzu göstermek istemiyoruz. Ve bu bizi kabuklarımıza iyice çekiyor.

Bana Gizem çok düşünüyorsun, düşünme diyorlar. Ama işim düşünmek ve analiz etmek benim. Ne yapayım:)

Derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir. - J. Krishnamurti

Toplum önünde konuşmaktan çekiniyoruz. Sanki içimizde başarılı olmak istemeyen bir ses var. Çünkü başarılı olursak görünür olacağız. İnsanlar bizi daha fazla eleştirecekler ve sevmeyecekler gibi düşünüyor olabiliriz. Sırf bu yüzden bir çok harika fikir ve girişim hayat bulmuyor. Bizi kendilerinden mahrum ediyorlar.

Hani yeni bir defter alınca ilk sayfasına çok özel bir şey yazmak gerekiyormuş gibi hissettiğimiz için o deftere hiç yazmayız ya. Temiz kalsın isteriz. Sanki boş ve temiz kalınca ne oluyorsa, işte kendimize, geleceğimize, yeniliklere karşı tavrımız da çoğu zaman böyle.

İlk sayfaya ne karalamak istiyorsan karala, gülen yüz çiz, çarpı koy, adını yaz, saçmala ve devam et yazmaya. İlla ki mükemmel görünmek zorunda değil. Çoğumuz ne çekiyorsak bu mükemmellik yanılsamamızdan çekiyoruz zaten. Derdin varsa aç en yakın arkadaşına anlat, iste, yardım istemek güçsüzlük değil. Aç, en sevdiğin kitabı altını çizdiğin yerleri tekrar oku, notlarını karıştır, bak neler yazmışsın seneler önce.

Doğum gününü kutlamak için facebooktan yazma mesela, ara arkadaşını, değerli olduğunu hissettir. Çok takdir ettiğin birine mail yaz, teşekkür et sana katkılarından dolayı.

Korkuyor musun? Kork. Ama insan korktuğu zaman bunun için bir şeyler yapmalı demiş Rilke. Ben yazmayı, konuşmayı ve üretmeyi seçtim. Kendini kabullen ne olur. Sen de başka bir şey seç, ama seç lütfen. Üret, yarat, koş, yaz, çiz, paylaş ama bir şey yap.

Sosyal izolasyonun öyle hap bir çözümü yok, ama bilinçli paylaşım, anlamak, anlaşılmak, dinlemek, duyulmak iyi geliyor. Sevdiklerimizle ve hatta ailemizle kaliteli zaman geçirmek. Bizi anlayacağını düşündüğümüz kişilerle tanışmak, komüniteler oluşturmak, amaç edinmek. İstemekten ve insiyatif almaktan korkmamayı öğrenmek. İnsani bağlar kurmak ve hatta yaratmak.

30 Nisan doğum günümdü benim. Ve her ne kadar yolun yarısı deseler de ben yeni başlangıç olarak görüyorum hayatı. Ne zaman istersek yeniden kararlar alabileceğimiz, sanki doğum günü sabahıymış gibi hissedebileceğimiz günlerimiz olsun.

“Çünkü güzel olan, ürpertici olanın başlangıcından başka bir şey değildir.” R. M. Rilke

Sevgilerimle,

Gizem

PS: Çok iyi saklayan tanıdıklarımız ya da tanımadıklarımız olabilir. Bu yazıyı paylaşarak farkındalık yaratıp yalnız olmadığımızı göstermek ister misiniz? Imany'den Slow Down ve Clap Your Hands dinleyerek de okuyabilirsiniz. Değer verdiğiniz ve anlamlı ilişkiler yarattığınız için, çabanız için çok teşekkür ederim!



17 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page