Uzun zamandır hem danışanlarımla yaptığım konuşmalarda, hem de kendi hayatımdaki kuşkuculuğumu düşündüğüm zaman bu sorunun çok da kolay bir cevabını bulamıyorum.
Güvendiğimiz dağlara karlar yağdığı zaman hissettiğimiz öfke mi oluyor? Hayal kırıklığı mı? Yoksa incinme mi?
Bütün bu negatif hisleri hissetmek istemiyoruz sanırım öyle değil mi? Kim ister ki? Eğer bu sorunu çözenler varsa aramızda bizlerle de paylaşabilirlerse çok sevinirim.
Güven ve zekanın bir ilgisi var mı acaba? Varsa büyük ihtimalle negatif bir korelasyon vardır aralarında. Yani R -1 e yakınsıyordur diye tahminliyorum. Çünkü çabuk güvenmeyle aptallık arasında bağlantısı halk arasında yaygın. Bu yüzden mi acaba güvenmemeyi zeki olmakla bağlamlandırmıyoruz da zekayı güvenmemekle bağlandırıyoruz? Aynı gibi gelse de bakış açısı farklılığı var zannımca.
Güven her zaman uçurumdan aşağı düşeceğinizde sizi tutabilecek el değildir, düşmeden o elin sağlamlığından emin olmaktır, bize el verecek insanların sayısını arttırmaktır. Tek taraflı değil, iki yönlü bir olgudur güven. Ve siz birine güvenmiyorsanız, ondan size güvenmesini bekleyemezsiniz. Ve işin zor kısmı da "O bana niye güvenmiyor ki anlamıyorum" demekten ziyade, "Ben ona neden güvenemiyorum?" u samimi ve dürüstçe kendimize sormaktır.
Babamın çok sevdiği bir söz var sağ olsun bana sıklıkla hatırlatır : "Tecrübe bu hayatta yediğin kazıkların bileşkesi der." Peki babana bile güvenme diyen bir toplumdan hem kendine, hem de sevdiklerine güvenen bireylerin çıkma olasılığı nedir sizce?
Evrimsel olarak bunun bir açıklaması tabii ki de var. Yırtıcı hayvanlara yem olmamak adına sürekli tetikte olmak ve hayatta kalma içgüdüsüne uymak adına karşılaştığımız koşullarda yalancı negatiflerden kaçınma eğilimdeyiz. Bu yazımda detaylı açıklamıştım.
Huzuru bulmak ve onu korumak adına kendi kabuklarımıza çekildiğimiz çok oluyor. Dinginlik…Ve sonsuz karmaşanın arasında sade olmayı becerebilmek. Karmaşıklıktan kuşku duymak, içgüdüsel bir şekilde, kendi sessizliğimizi ve sadeliğimizi bulabileceğimiz ortamları aramak. Sabit bir iş, güven veren ilişkiler ağı, maddi güvence ihtiyacı bundan kaynaklanmıyor mu sizce de? Doğal olarak denge, güvenlik ve huzur sunan herhangi bir şeye ilgi duymuyor muyuz?
Bazen evet, bazen hayır. Hayatın güzelliği ve düzensizliği de bundan kaynaklanıyor çoğu zaman. İrrasyonel seçimlerimizden. Distopyalara bakacak olursanız geleceğin insanında olmayan şeyler içgüdü ve hisler oluyor. Çünkü bizi rasyonel dünyadan ve seçimlerden uzaklaştıran şeyler bunlar…Hislerimiz..Varoluşumuza dair melodramlarımız…İç huzuru dışsal güvencelerle karıştırmak…Güvence ihtiyacından zihinsel düzeyde hareketsiz kalmak, dar kalıplarla hayalgücünden yoksun kalmak.
Gelişim için esneklik gerekir oysa ki..Dar kalıplardan çıkarak keşfetmek, kaygılanmak, zorlanmak, ve biraz da korkmak gerekir.
Korkmaktan korkmayı "korkmak" sanmıyorsun. Halbuki asıl korku o. Kaçarsan korkmaya devam edersin. - Cem Mumcu
Peki ne istediğimizi bilmiyorsak? İçimizde doldurulamaz bir boşluk varsa? Hep dışarıdan gelecek bir şeyle, sevgili, aşk, para, kariyer, eğitim, ev, araba, moda, ün, bilinirlikle doldurmaya çalışıyorsak? Ya dolmazsa? Ya bütün bunlara sahip olursak ve o boşluk yine de dolmazsa ne yapacağız?
İnsanlar devasa bir boşluğun içinde olduğunun farkındadır oysa ki bizi asıl savunmasız yapan ve ürküten gerçek o boşluğun anlamsız olması ve onun içinde ümitsizce salınmalarımızdır.
“Aşkta her zaman biraz delilik vardır. Ama delilikte de her zaman biraz mantık vardır. “
F. Nietzche
Çoğu insan sahte bir nezaketle sığ bir yüzeysellikle gerçek çatışmalarla yüzleşmemeye çalışır. Rol yapar. Maskeler takar.
Neden mi?
Kendini saklamak ve incinmemek için en iyi ihtimalle. Kötücül insanlar için ise karşısındaki insanların zayıflıklarını keşfedip en beklemedikleri anda onlara zarar vermek için. Manipüle edebilmek için. Güçlü görünebilmek için. Daha doğrusu kendi zayıflıklarını saklamak için.
Bazen olayları kontrol etmek için o kadar çaba harcarız ki, asıl önemli olanın kontrol değil de yaşamak olduğunu unuturuz. Kontrol sahte bir emniyet ve güvence hissi verir bizlere çünkü.
Çoğu zaman kendimizi güvensiz hissederiz. Yeterince güzel, yeterince yakışıklı, yeterince gür saçlı değilizdir, yeterince güzel vücudumuz yoktur. Önceleri yeterince kitap okumamak, yeterince bilgiye sahip olmamak kompleks sebebiyken, artık Google dan daha iyi hiç kimde daha iyi bilemeyeceğinden dolayı tüm odak fiziki varlığımızda. Oysa ne kadar tatlıdır bir şeyi bilmediğini fark eden ve onu öğrenmeye çalışan insan, ne kadar çekicidir, sevimlidir, kırılgandır, farkındadır.
-mış gibi yapan insanlara ne zaman dönüştük? Samimi bağların önemini ne zaman kaybettik? Neden kaybettik?
Şekilcilik hep mi vardı acaba? Gizemin önemini ne zaman yitirdik? Yoksa çok mu farkındayız ondan mı bu oyunlar? Bütünüyle biriyle birleşmekten kaçınmak neden?
Hep 5 kilo verdikten sonra hayal edilir buluşmalar, o kol kasları yapıldıktan, o karın kasları yapıldıktan sonraya…2 kitap okuyup sonra konuşayım diye düşünmeyiz de kilo verdikten sonra görüşeyim deriz. Saçımız istediğimiz gibi olduktan sonra, o ayakkabıyı, o elbiseyi aldıktan sonraya ötelenir…Neden?
Şimdi bu soruların cevaplarını çoğu zaman kişisel gelişim raflarında, bizden üstün sandığımız uzmanlarda falan arıyoruz hepsi çok güzel ama inandırıcı gelmiyor bana. Ben de bu işlerin içinde olduğum için gerçek tabloyu çoğu insandan daha net görebilen biri olarak sahte olmamaya o kadar özen gösteriyorum ki bu durum bile sahte geliyor bazen. Bütün o mutluluk saçan, mik mik paylaşımların hepsi, pozitif yazılar o kadar anlamsız geliyor ki bazen…Hayır yani benim de gözden kaçırdığım bir şey varsa söylerlerse çok sevinirim.
Çünkü ben onların ardındaki acıyı görebiliyorum. Onaylanma ihtiyacını, beğenilme ihtiyacını, önemli olduğunu hissetme ihtiyacını...İşim bu benim, görülenin ardındaki görülmeyeni görebilmek. Ama farkında olmadıkları bir şey var. Acıyı önlemenin yolu ağrı kesici almak değildir. O acının kaynağını ortadan kaldırmak ya da hafifletmektir. Bunun çözümü de terapi mi? Arkadaşlık mı? Aile mi? Sevilmek mi? Anlamı bulmak mı? Seyahat etmek mi? Bilemiyorum. Herkesin hikayesi farklı.
Peki kim biliyor?
Bence kimse bilmiyor.
Mutluluğun formülünü Danimarkalı bir araştırmacı olan Meik Wiking şöyle sıralıyor:
Sosyal Destek, Sağlık, Para, Özgürlük, Güven ve Nezaket.
İşte bu yüzden bilmeye uğraşıyoruz, anlamaya uğraşıyoruz, araştırıyoruz, deniyoruz. Bence asıl anlamlı olan çaba bu. Pes etmemek. Her gün bunun için çabalamak ve bir şeyler yapabilmek.
“Dünyada, sizin dışınızda kimsenin gidemeyeceği tek bir yol vardır: Nereye varır? Sormayın, ilerleyin." F. Nietzche
Peki güvenmek için neler yapabiliriz hem kendimize hem de başkalarına?
Öncelikle sorunun kaynağını çok iyi analiz etmemiz gerekiyor.
Bağ kurmakta zorlanıyor muyum? Sürekli daha iyi bir şeyi kaçırıyormuşum gibi mi geliyor? Benim onlar için neler yaptığımı görmeyip yeterince takdir etmediklerinde sinirleniyor muyum? Önüme çıkan fırsatları alacak kadar cesur olmadığım için bu hayatta kaybettiğimi mi hissediyorum?
Güvenemediğim için içime mi kapanıyorum?
Aynı bu şarkıdaki gibi... (Smoke and Mirrors)
Peki neler yapabilirim bu konuda?
Kendinizden başlayın lütfen. Daha önce güveninizi kıran durumları hemen yazın. Bu durum sizden mi kaynaklandı? Yoksa karşınızdan mı? Bu olaylar sürekli tekrarlanıyor mu? Olaylar arasında bir pattern var mı? Hep aynı karakterde kişilere gidip, durumlara girip de farklı bir sonuç mu çıkacağını düşünüyorsunuz? Çıkar mı sizce? Bu inat neden? Bu korku neden?
Güvenirsem ne olur? Neden bu kadar korkuyorum?
Peki bu korku rasyonel mi? Yoksa geçmişte öğrendiğim ve inanç haline getirip kendimi güvende hissetmek için kendime söylediğim yalanlardan mı ibaret? Kendimi kandırıyor muyum?
Ne dedik, iyice analiz etmek ve kendimize karşı koymamız gerek bir şeylerin değişmesi için. Korksak da aksini en azından denememiz gerek. Geçmişe takılı kalıp o ilk güvensizlik tohumunu bulmamız gerek. Çünkü belki üzerinden 10 sene geçti, belki 20 ve hala o güvensiz çocuk olarak kalmayı seçmeyin lütfen.
Gerçeklerin anlaşılması keşfedildikten sonra oldukça kolaydır. Mühim olan onları keşfetmektir. - Galileo
Çünkü gerçek potansiyelimizi böyle yaşayamayız, korkarak ve güvensizlikle. Belki gerçek bu değil, gerçek sen bu değilsin, hiç düşündün mü? Buna inanmayı seçiyorsun çünkü bu kolay, alıştığın şey. Eğer alıştığın şeyleri yapmaya devam edersen, alışılmışın dışında, farklı, olağanüstü bir şey yaşayabilir misin sence?
Ben sana güveniyorum, bence bugünden başlayarak ufak da olsa bir şeyleri değiştirebilirsin hayatında. En azından iflah olmaz bir şüpheci olan ben bile deneyeceğim, söz:)
Ya sen?
“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar." - Zweig
Sevgilerimle,
Gizem
PS1: Hepimize Süper Baba'yı izlerkenki gibi hissettiğimiz, güven dolu güzel bir gün dilerim. Ve Süper Baba'nın o güzel müziğini dinlemek isterseniz de hemen burada. Anlattığımız masallara inanmamız dileğiyle:)
PS2: Özleyenleriniz için, bir diğer makalelerime de buradan ulaşabilirsiniz ya da ne zaman isterseniz gizemsahan@gizemsahan.com a yazabilirsiniz:) Hayat paylaştıkça güzel, paylaştığınız için çok teşekkürler!
Comments