"Bilim, bilgi ve cehaletin sınırında ilerler. Biz bilmediklerimizi itiraf etmekten korkmuyoruz; bunda utanılacak bir şey yok. Utanılacak tek şey, tüm cevapları biliyormuş gibi davranmamızdır." Andy Weir
Öncelikle hepimize geçmiş olsun temennimle başlamak istiyorum haftaya. Bu yazıyı geçtiğimiz haftalarda yazmaya başlamıştım.
Beşiktaş’ta olan yüreğimizi ve beynimizi yakan acı olay sonrasında da bazı notlar ekleme gereği hissettim. Çünkü Atatürk Havalimanındaki saldırıdan kılpayı kurtulduktan sonra evime oldukça yakın olan ve maç sonrası arkadaşımla görüşmeyi son dakikada ertelediğim için bugün de hayattayız diye şükretmek gerek evet ama o güzel beyinlerimiz yanmasına nasıl engel olacağız?
Toplumca bitmeyen yas sürecindeyiz sanki uzun zamandır. Eski yaralarımızı saramadan yeni acılar ekleniyor ve biz bu durumda nasıl yaşamaya devam edeceğimizi sorguluyor olabiliriz. Herkes kendi dünyasında, farklı bir şekilde yas tuttuğu için, size ne yapmanız gerektiğini veya nasıl hissetmeniz gerektiğini söyleyemem.
Suçluluk duygusu, kızgınlık, çaresizlik ve korku bu tarz olaylardan sonra yaşanan genel hislerden bazıları, böyle hissetmeniz gayet doğal. Fakat kaybın yarattığı acıyı ortadan kaldırasam da, çok ihtiyacımız olan teselliyi ve desteği birbirimize vermemiz gerektiğini düşünüyorum ve bu yüzden de yazarak paylaşmak istiyorum, elimden bu geliyor.
“Monsters exist, but they are too few in number to be truly dangerous. More dangerous are the common men, the functionaries ready to believe and to act without asking questions.” - Primo Levi
İnsanların bizi kandırmasına alıştık zaten de peki kendimizi neden ve nasıl kandırıyoruz merak ettiniz mi? Çözümsüz kaldığımızda, olayları kontrol edemediğimizde kendi kendimizi avutmaktan, kandırmaktan başka çaremiz yok mu?
Var.
Bu sebeple bugün biraz da hayatımızdaki bazı farklı alanlarda da “insanın kendini kandırmasına” psikolojik ve bilimsel olarak yaklaşalım isterim, ne dersiniz? Biraz içe dönelim kendinize izin verirseniz 10 dakika?
Hadi başlayalım.
İnsanlar, temel inançlarıyla çelişen durumlarla karşılaşırlarsa, aşırı rahatsızlık ve zihinsel stres yaşarlar. Tutumlarımız ve davranışlarımız arasında fark varsa bundan rahatsızlık duyarız. Mutsuz oluruz ve bu sebepten çelişkiyi ve mutsuzluğu gidermek üzere hareket ederiz.
Bilimsel olarak buna Cognitive Dissonance yani Bilişsel Çelişki deniyor. 1957 yılında Leo Festinger tarafından geliştirilen bir teorem. Bu teoriye göre insanların çelişen davranışları ve tutumları varsa bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için gerekçeye ihtiyaçları da vardır. Dışsal gerekçenin yokluğundan, kişi içsel gerekçe yaratır.
Oysa ki o güzel beynimiz denge ister. Davranışlarımız ve tutumlarımızın uyumlu olmasını ister. Eğer bir tutarsızlık varsa, onu sağlayan etmenleri yok etmek için, daha mutlu olmak için kendi kendimizi kandırırız ve bu bizi rahatlatır. Yani kendi zihnimizi manipüle ederiz.
Kendimize bahaneler yaratarak yalanlar söyleriz. Çünkü o güzel ama aptal beynimiz yapısı gereği çelişkiyi bertaraf etmeye programlıdır. Bazen kendinize şunu soruyor olabilirsiniz. Ben böyle hissetmeme rağmen neden tam aksini söyledim? Neden öyle davrandım? Neden öyle dedim? Neden saçmalıyorum?
Zeki olmak güçlü olmaya pek benzemez, fiziki güç çoğu yerde güçlü olmaya devam eder ama bir alanda zekasıyla parlayan bir kişi başka bir alanda saçmalayabilir. Kendimden biliyorum.
“İnsan beyni onu anlayacağımız kadar basit olsaydı, biz onu anlamayacak kadar basit olurduk” - Jostein Gaarder
Peki bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için bizler neler yapıyoruz? Festinger’e göre 3 yol izliyoruz.
1. Çelişkili ögelerin önemini azaltıyoruz. Sorunun çok önemli olmadığını düşünmek ve buna inanmak. (Ne var canım dünyanın her yerinde bombalar patlıyor. Çok daha kötü durumda olan ülkeler de var.)
2. Çelişkili ögelerden birini, diğeriyle çelişkili olmayacak şekilde değiştiriyoruz. (Yok aslında ben evde kalırsam bana bir şey olmaz. Ev güvenli.)
3. Tutarlı ögeler ekliyoruz. bilişler arasında çelişki varsa tutarlı ögeler ekliyoruz. (Burayı sevmiyorum, güvensiz olmayı sevmiyorum. Ama kriz geliyor, ben en iyisi işimden ayrılmayayım.)
Aslına bakarsak çoğumuz kendimize yalanlar söyleyerek, kendimizi kandırarak hayata devam ediyoruz. Etmek de zorundayız. Ama bazen neden bunları yaptığınızı düşünüyorsanız, beyniniz sizin yerinize düşünüyor, merak etmeyin. Sorunları unutmak istiyoruz çünkü. Unutup devam etmek.
Çok sevdiğim bir söz var diyor ki:
Not the power to remember, but its very opposite, the power to forget, is a necessary condition for our existence. - Sholem Asch
Mesela aşağıdakiler tanıdık geliyor mu?
Umurumda değil. (Umurunda)
Artık sevmiyorum. (Seviyorum ama unutamıyorum)
Aslında çok iyi biridir. (Kötü ama o zaman neden onunlayım?)
Bu pastayı da yiyeyim, pazartesi diyete girerim. (Giremedi)
Bu son. (Olamadı)
Bu paket bitsin bir daha sigara içmeyeceğim. (İçti)
Ben iyiyim. (Değilim)
Şu bölümü de izleyeyim de sonra yatarım. (Yatamadı)
X burcu olduğu için böyle yapıyor. (Burçlarla bir alakası yok, o dengesiz)
Bir daha asla bu kadar içmeyeceğim. (İçti)
Ben güçlüyüm. (Korkuyorum)
Üzgün değilim. (Çok üzgünüm beni teselli et)
Ben yalnız olduğum için mutluyum. (Değilim, ilişki istiyorum)
İstersem bırakırım. (Ya istemedi, ya bırakmadı)
Yok aslında o kadar da takmıyorum. (Takıyorum)
Şimdi uyuyayım da sabah erken kalkıp çalışırım (Çalışmadı)
Ama o ayakkabıya ihtiyacım vardı. (Yoktu)
2017 çok daha güzel olacak. (Eh, buna ben de inanmak istiyorum:)
Sinirlenmeye ya da üzülmeye hakkımız yok gibi kendimizi avutuyoruz. Ve bu durum devam ediyor, ediyor, ediyor. Yeter artık değişeceğim diyene kadar.
Bu kurama göre insanlar bir takım düşünce ve davranışlarını inançlar, tutumlar ve gereksinimler gibi bazı değerlere göre belirler. Ancak insanız, ne yapalım, zamanla kendi değerlerine tezat olabilecek bir takım varsayımlar üretirler.
Örneğin, bir kadın aşık olduğu adamı uzaktan tanıyor, çok da yakından tanımıyor. Kadına göre adam mükemmel. Tam aradığı gibi özelliklere sahip. Gerçekten de uzaktan bakıldığında insanların ilgiyle bahsettiği, iyi bir kişi.
Ancak sonradan bu adamın, aslında yalancı, aldatan ve sahtekar biri olduğunu öğreniyor.
Bu durum, kadının algısında yıkıcı bir sonuç doğurur. Normal şartlarda “yalancı ve aldatan” bir kişi “kötü” kabul edilir. Öyle değil mi? Mantıken öyle. Zaten bu duyulduğu an, başkaları da o adamı kötü olarak bilecektir.
Fakat işin ilginç tarafı burada başlıyor. Kadın, yalancı ve aldatan biriyle birlikte olmak ve onu hala seviyor olmak arasında bir bilişsel çelişkiye düşer. Adama olan tutkusu bir şekilde devam etmekte, fakat adamın davranışları da onu çelişkiye düşürmektedir. “Böyle bir adamı nasıl sevebildim?” der. "Ben nasıl böyle bir şeye katlanabilirim?"
“Sometimes you don't miss the person but instead miss the idea of him or her. This person treated you like sh*t, but you can only remember the good times.”
Peki kadın ne yapar? Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için onunla ilişkiyi kesmek yerine adamın eskisinden daha iyi olduğunu düşünür.(?!) Yani, adama olan tutkusu ve inancı adamın kötü yönlerini sansürler.
Yanlış anlamayın lütfen, burada sorun kadının neden hala aşık olduğu değil, adamı neden “iyi” olarak gördüğüdür. Bunu sorgulamak gerekli. Zaten Festinger de buna odaklanmış. Kötü bir kişi hala sevilebilir ancak kötü olduğu bilinen bir kişi hala iyi kabul edilebilir mi?
“People don’t want to hear the truth because they don’t want their illusions destroyed.” - F. Nietzsche
İnsanlar zihinlerindeki herşeyi bir dengeye oturtmaya çalışırlar. Eğer bir dengesizlik ya da çelişki olursa bundan rahatsız olur ve bazı yöntemlerle bunda kurtulmaya çalışırlar. Olaylara müdahale etmek veya davranışlarımızı değiştirmek daha zor olduğu için, kendi düşüncelerimizi değiştirme yoluyla çelişkiyi ortadan kaldırırız.
Hiç düşündünüz mü, davranışlarımız mı düşüncelerimizi belirler? Yoksa düşüncelerimiz mi davranışlarımızı? İnsanlar sadece düşündükleri gibi davranmazlar, davranışları bir süre sonra düşüncelerini de belirler.
"Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece ön yargılarını yeniden düzenlemektir." William James
Aslında hepimiz inanmak istiyoruz. İkna edilmek istiyoruz. İnanmak doğal bir şey çünkü. İnanmamak, şüphecilik, bilim ise doğal değil. Çok daha zor. Bir şeylere inanmıyor olmak inanın bana, çok rahatsız edici. Sherlock Holmes gibi sürekli şüphe duyarak yaşanmaz hayat.
Fakat gerçek şu ki hepimiz bu hayatta pattern arayan primatlarız. Yani anlamlı ve anlamsız verilerin arasından anlamlı bir model bulma eğilimi. Noktaları birleştirmek isteriz. Bulduğumuz patternlerle de bağlantılar oluştururuz. Anlamak için, korunmak için, güvenmek için, hayatta kalmak için.
Aslında dolara yatırım yapmış birinin doların yükselmesi ve ülkenin durumu arasında yaşadıkları da bir nevi cognitive dissonance. Yöneticisinin iyi bir insan fakat kötü bir yönetici olduğunu bilen kişi de bunu yaşıyor. Ya da hem burada yaşamaktan korkup yurtdışına çıkmak isteyen ama aynı zamanda burada kalmak zorunda olanlar da aynı şeyi yaşıyor. Cognitive Dissonance
Bu durumla herkesin başa çıkma metodu farklı. Bazılarımız ne kadar güç olsa da davranış değişikliğine gider. Terapiye gider, destek alır danışmanlık alır, kendi değiştirir, okur, anlar ve aksiyon alır. Bazı insanlar da kendilerini ikna etmek için de etrafında onlara sürekli evet diyen insanları tutar. Ve kendini kandırmaya devam eder.
“To be Jedi is to face the truth, and choose. Give off light, or darkness, Padawan. Be a candle, or the night”
Beynimizin bizi nasıl kandırdığını bilmek sanırım bu hayatta öğrenebileceğimiz en şahane şeylerden birisi. Genelde olaylar, kişiler, durumlar hakkında bir ön yargıya ve bir sonuca inanırız ve bu sonucu destekleyecek kanıtlar ararız. Oysa ki sağlıklı olan kanıtlarla ya da bulgularla başlayıp, onları değerlendirip sonuca varmaktır.
“Never give up hope, no matter how dark things seem.” – The Clone Wars
Melankolik şarkılar gibi. Aslında melankolik şarkılar bizi üzmez, derinlerde bir yerde anlaşıldığımızı hissederek tuhaf bir haz alırız.
Umarım bu yazım da biraz öyle bir etki bırakmıştır. İnanın böyle anlarda yazmak hiç olmadığı kadar zor, ne söyleyeceğimi bilemiyorum, fakat yanınızda olduğumu bilmenizi isterim.
Biz hiç bilmesek de kendini yalnız hisseden, anlaşılmak isteyen tanıdıklarımız, hatta tanımadıklarımız olabilir. Paylaşarak bir farkındalık yaratabiliriz birlikte.
Birlikte atlatalım mı bu günleri? Ne dersiniz? Bilişsel çelişkilere düşmeden, gerçeklerle, anlayarak ve paylaşarak.
Paylaştığınız ve değer verdiğiniz için çok teşekkür ederim:)
Sevgilerimle,
Gizem
PS: Eskiden düşündüğümüz ve bize öğretilenin aksine yeni beyin hücreleri oluşturabiliyoruz, yeni nöronlar. ve her bir yeni nöron yeni bir davranışı tetikleyebilir, yeterince istekli olup alışkanlık yaratbilirsek. Ne dersiniz bugün yeni bir nöron oluşturalım mı birlikte?
Comments